ÜYE GİRİSİ
TEKLİF AL
BİZİMLE ÇALIŞMAK
İSTER MİSİNİZ?
YENİ
TANITIM
BROŞÜRÜMÜZ
Okunma Sayısı: 3156714.05.2013Yazar:Barış Erdem DANIŞMANLIK
Yeni Borçlar Kanunu’nun 420. Maddesi ve Genel Olarak İşverenin İbrası

1 Temmuz 2012 itibariyle yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu, günlük hayatımızı çok yakından ilgilendiren düzenlemeler ve yenilikler getirmiştir. Hiç şüphesiz özellikle bu yeni hükümlerin ve düzenlemelerin yargı organları tarafından uygulanmasında henüz örnekleri yoktur. Bu nedenle çok uzun yıllardır yürürlükte bulunan 808 Sayılı Eski Borçlar Kanunu’nu yürürlükten kaldırarak onun yerine geçen 6098 sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’nun adaptasyonu süreci de zaman alacaktır.
Doktrinde ibra, borcu sona erdiren nedenlerden birisi olarak tanımlanmakta, borcun alacaklı tarafından tahsil edildiğini tevsik eden bir araç olarak nitelendirilmektedir. 6098 Sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenlemelerden bir tanesi de “İşçinin İbranamesi” düzenlemesidir. İş hayatında çalışanların hizmet sözleşmelerinin herhangi bir nedenle sona ermesi ile birlikte düzenlenen ve çalışanın işverenden tüm haklarını aldığı yönündeki beyanını içeren İbranameler, aslında hiç yabancı bir kavram değildir. Yargıtay kararlarında sıklıkla tartışılmış, Yargıtay tarafından bazı unsurlarının zorunlu olduğu ve bunlar olmaksızın bir ibranamenin çalışan aleyhine kullanılamayacağı dahi belirtilmiştir. Fakat bu çok önemli hukuki müessese hakkında, 1 Temmuz 2012 öncesi ne 808 Sayılı Borçlar Kanunu’nda ne 4872 Sayılı İş Kanunu’nda ne de başka bir mevzuatta işçinin işvereni ibra ettiğini gösterir “ibraname” ile ilgili bir düzenleme vardı. Tam da bu nedenledir ki ibraname, yeni bir düzenleme olmasına rağmen, hukuki literatüre ve iş hayatındaki oyunculara yabancı bir kavram değildir.
6098 sayılı Yeni Borçlar Kanunu’nun Hizmet Sözleşmeleri başlıklı 6. Bölümünde, Kanun’un “Ceza Koşulu ve İbra” başlıklı 420. Maddesinde yer alan düzenleme, aşağıdaki gibidir:
V. Ceza koşulu ve ibra

MADDE 420- Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.

İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.

Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.

İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.

420. madde uyarınca, ibranamenin geçerli olması için öncelikle ibranın yazılı olması, ibraname tarihinin sözleşmenin sona ermesinden en az 1 ay sonrası olması, ibraya konu alacağının türü ve miktarının açıkça yazılı olması, ödemenin noksansız ve banka aracılığı ile yapılmış olması gerekmektedir. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri kesin olarak hükümsüzdür. Kesin olarak hükümsüz olmanın sonucu, bu sözleşmenin hiç imzalanmamış sayılması, hukuken yok hükmünde olmasıdır.
Maddenin devamında, yukarıda yazılı hükümleri içermeyen ancak ibra beyanı şeklinde düzenlenmiş belgelerin makbuz hükmünde olacağı, ancak bu makbuzun da ödemenin işçi adına banka aracılığı ile yapılmış olması halinde geçerli olacağı ifade edilmiştir. Buradan anlaşılacağı üzere, artık işçiye elden yapılan ödemelerin, ispat anlamında işvereni koruyucu olmayacağı açıktır.
Maddenin son fıkrasında, ibraname ile ilgili düzenlemelerin ve geçerlilik şartlarının, işçinin ölümü halinde yakınlarının talep edebilecekleri tazminat ödemelerinde ve hizmet sözleşmesinden doğacak diğer tüm tazminatlar için de geçerli olacağı ifade edilerek, oldukça geniş bir uygulama alanı çizmiştir.
İlk bakışta maddenin lafzından yola çıkarak Kanun koyucu tarafından amaçlananın öncelikle işçilerin ibranameleri işveren baskısı altında imzalamasını engellemek, ibranamelerin işçinin (veya işçi yakınlarının) olası bilgisizliği ve öngörüsüzlüğünü kullanarak imzalatılmasına mani olmak ve belirli bir düzenleme çerçevesinde hazırlanmasını sağlamak olduğu söylenebilir.
Kanun öncesinde Yargıtay uygulamasına bakıldığında, benzer kriterlerin aslında yerleşik Yargıtay içtihatları olarak uygulanmakta olduğunu, kanun koyucunun 420. Madde ile Yargıtay içtihatlarını bir kanun maddesi ile yasalaştırmayı amaçladığı gözlemlenmektedir. Bu kapsamda örnek olarak verilen aşağıdaki Yargıtay kararları da dikkate alındığında, çeşitli kararlarda 420. Maddede belirtilen geçerlilik şartlarının zaten fiilen uygulanmakta olduğu görülecektir:
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2007/19423 E – 2008/12887 K sayılı ve 27.05.2008 tarihli kararında, iş ilişkisi sürerken düzenlenen ibranamenin geçerli olmayacağı ifade edilirken, Borçlar Kanunu’nda ibranameye ilişkin bir düzenlemenin yer almamasını da eleştirmiştir. Bu eleştirisini şu şekilde ifade ettiği kararda görülmektedir:
“İbra sözleşmesi, İsviçre Borçlar Kanununun 115. maddesinde düzenlendiği halde Türk Borçlar Kanununa bu madde alınmamıştır. Bir kanunda ana kurallar ve kurumlar oluşturulurken ibra gibi önemli bir kurma yer verilmemiş oluşunun ancak hata sonucu olabileceği öğretide ileri sürülmüştür ( Berki, Şakir: Borçların Sukutu, AÜHF, Cilt XII. s. 237 ). Bununla birlikte gerek öğretide gerek uygulamada ibraname, bir borcun tam ya da kısmen ifa edilmeden sona ermesini sağlayan özel sukut nedeni olarak kabul edilmektedir ( Feyzioğlu, F.N: Borçlar Hukuku Umumi Hükümler, Cilt II, İstanbul 1969, s. 351 ). Bu noktada ibra sözleşmesinin bir ödeme yönünde bir anlaşma olmadığı, borcun kısmen ya da tamamen tatmin edilemeyen sona erme şekillerinden biri olduğu belirtilmelidir.”

Devamında ise Yargıtay ibranamenin işçi aleyhine sonuç doğuracak bir işlem olarak değerlendirilmemesi gerektiğini, ibranamenin işçinin irade fesadı içine düşürülmesi olarak algılanmasının hukuken kabul edilemeyeceğini bildirmiştir:
“İş Hukukunda ibra sözleşmesi ibraname adıyla yaygın bir uygulama alanı bulmaktadır. İbra sözleşmesinin tanımı, şekli ve hükümlerinin Borçlar Kanununda düzenlenmesi gerekliliğinin ötesinde, İş Hukukunun işçiyi koruyucu özelliği sebebiyle İş Kanunlarında normatif hüküm olarak ele alınması gerektiği açıktır. İşçi, emeği karşılığında aldığı ücret ve diğer parasal hakları ile kendisinin ve ailesinin geçimini temin etmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir işçinin nedensiz yere işvereni ibra etmesi hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir. İş Hukukunda ibra sözleşmeleri dar yorumlanmalı ve borcun asıl sona erme nedeni ifa olarak ele alınmalıdır. Borcun tatmin edilemeyen sona erme şekillerinden biri olan ibra sözleşmelerine İş Hukuku açısından sınırlı biçimde değer verilmelidir. Yeni Borçlar Kanunu tasarısında bu konuya değinilmiş ve 419. maddesinde, işçi ve işveren ilişkileri açısından ibra sözleşmesine dair bazı kurallara yer verilmiştir. Bahsi geçen düzenleme de, işçilik alacaklarını sona erdiren ibra sözleşmelerinin sınırlı biçimde ele alınması gerektiğini göstermektedir. Bu itibarla Borçlar Kanunun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri arasında düzenlenmiş olan irade fesadı hallerinin İş Hukukunda ibra sözleşmeleri bakımında çok daha titizlikle ele alınması gerekir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın ya da üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde ibra iradesine değer verilemez.”
En nihayetinde Yargıtay ilgili kararında, iş ilişkisi sürerken düzenlenen ibranamenin geçerli olmayacağına hükmetmiştir:
“Öte yandan Borçlar Kanunun 21. maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma ( gabin )ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. İş ilişkisinin devamı sırasında düzenlenen ibra sözleşmeleri geçerli değildir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak ya da bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmiş sayılmalıdır. İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi de mümkün olmaz. Bu nedenle işveren tarafından işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ile ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir.”
Yeni Borçlar Kanunu’nun 420. Maddesinde ibranamenin geçerlilik şartları arasında, ibranamenin düzenlenme tarihinin iş ilişkisinin bitiminden en az bir ay sonra olmasını, ibranın bir geçerlilik şartı olacağını düzenlemiştir. Örneğin işçinin hizmet sözleşmesi 10.01.2012 tarihinde herhangi bir nedenle sona ermişse, 10.02.2012 tarihinden önce düzenlenen bir ibra sözleşmesi geçerli kabul edilmeyecektir. Uygulamada, bu hükmün ibra sözleşmesinin tesisini imkânsız hale getireceği yönünde bir eleştiriyi yok saymak mümkün değildir. Gerçekten hizmet sözleşmesi sona erdikten sonra işçinin ibra sözleşmesini imzalaması için davet edilmesi halinde dahi, ibra sözleşmesinin imzalanması sonucuna ulaşmanın zor olacağı, özellikle tekstil, turizm, inşaat gibi sektörlerde, yadsınamaz bir gerçektir.
Yargıtay 9. Hukuk Genel Kurulu’nun 2007/9-645 E – 2007/596 K sayılı ve 19.09.2007 tarihli kararında ise,
“…ibranamede; "fazla çalışma ücretinin ödendiği ve bir alacağın kalmadığı" ifade edilmektedir. Davalı işverenin savunmasında fazla çalışmanın bulunmadığını bildirmesi, buna karşılık düzenlenen ibranamede ise fazla çalışma ücretinin ödendiğinin belirtilmesi nedeniyle ibraname ile savunma arasında bir çelişki meydana gelmiştir. Savunma ile çelişkili ibranameye değer izafe edilemez”
Denilmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere, ibra sözleşmesinin gerçek durumu aynen ihtiva etmesi, gerçeğe ya da hayatın olağan akışına aykırı ifadelerin ibranameyi geçersiz hale getireceği ifade edilmiştir. Yeni Borçlar Kanunu’nun 420. Maddesinde, ibranamenin geçerlilik şartlarından olarak kabul edilen “ibraya konu alacağının türü ve miktarının açıkça yazılı olması” ve “ödemenin noksansız ve banka aracılığı ile yapılmış olması” hususları, ibra sözleşmesinin işçinin durumunu açıkça ortaya koyması ve işçinin hangi alacaklarını aldığını bilmesi gerekliliğinden ileri gelmiştir. Bu şekilde artık ibra sözleşmelerinde, ibraya konu alacak kalemleri (ihbar tazminatı, kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, yıllık ücretli izin alacağı vs. gibi) tek tek sayılmalı, bedelleri de aynı şekilde yazılarak tüm bu belirtilen ödemeler ilgili banka hesabına ödenmelidir.
Yargıtay tarafından genelde işverenin savunması sırasında sunmuş olduğu ibra sözleşmelerine veya tek taraflı işçi beyanlarından oluşan ibranamelere ilişkin birçok başka kararları da bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi olan, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 2006/18060 E – 2007/14832 K sayılı ve 20.09.2007 tarihli kararında, Yeni Borçlar Kanunu’nun 420. Maddesinin 3. Fıkrasına paralel bir hususa değinilmiştir. Kararda,
“İbra sözleşmesi, İş Kanunu ve Borçlar Kanununda düzenlenmediği halde özellikle iş hukuku uygulamasında önemli bir yere sahiptir. İbra sözleşmesi gerek öğretide ve gerekse Yargıtay uygulamasında borcu sona erdiren hallerden birisi olarak kabul edilmektedir. İbra alacak ve borcu doğrudan doğruya ve kesin olarak ortadan kaldırmaktadır. Tam ibrada borcun tamamı, kısmi ibrada ise borcun ibra edilen kısmı sona ermektedir. Bunun sonucu olarak da, borçlu borcundan kısmen ya da tamamen kurtulmaktadır. (YHGK. 26.10.2005 gün E. 2005/9-546-K.2005/611 ) İbra ile makbuzu da birbirine karıştırmamak gerekir. İşçiye yapılan ödemeleri miktarı ile gösteren ve ibraname adı altında düzenlenen belgeler makbuz niteliğinde kabul edilir ve eksik kalan miktar var ise bu kısım göz önünde bulundurulur. Hukuk Genel Kurulunun 17.03.1978 gün 1977/10-26 E, 1978/250 K. sayılı ve 17.12.2003 gün 2003/9-778 E-2003/796 K. sayılı kararlarında bu durum hüküm altına alınmıştır. İbra sözleşmesinde işçilik haklarından bir kısmından söz edilmesi durumunda sözleşme metninde yer almayan alacak kalemleri yönünden borcun sona ermediği açıktır. Genel bir ifadeyle işverenin ibra edildiği şeklinde açıklama bu konuda yeterli sayılmamalıdır.”
Kararda yer alan ifadelere paralel olarak, 420. Maddenin 3. Fıkrasında da “Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur” ifadesini kanun koyucu hükmetmiştir. Açıkça ifade edildiği üzere, bu şekilde makbuz hükmünde olması için, ödemelerin banka kanalı yapılması zorunludur.

Son olarak, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2007/22215 E. – 2008/15537 K sayılı ve 13.06.2008 tarihli kararında, işverenin ibrasının geçerliliği ve ibranamenin makbuz niteliği konularında ışık tutmuştur. Bu kararda da benzer bilgilere yer verilmiş olup özetle şu hususlar belirtilmiştir:

“İş ilişkisinin devamı sırasında düzenlenen ibra sözleşmeleri geçerli değildir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak ya da bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmiş sayılmalıdır. İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi de mümkün olmaz. Bu nedenle işveren tarafından işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ile ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir”

Yeni Borçlar Kanunu’nun 420. Maddesinin 4. Fıkrasında ise, ibraname ile ilgili hususların işçinin ölümü halinde işçi yakınları için de geçerli olacağı belirtilmiştir. Bu durumda, işçi yakınları ile yapılacak olan ibra sözleşmelerinde de, 420. Maddenin 2. Ve 3. Fıkralarında belirtilen geçerlilik şartlarına uymamak, ibranamenin geçersizliği sonucunu doğuracaktır.
Sonuç olarak, Yargıtay kararlarında, doktrinde ve iş hayatımızda önemli bir yere sahip “işçinin işvereni ibra” müessesesi Yeni Borçlar Kanunu’nda kendisine yer bulmuş, önceki içtihatların öne çıkardığı hususlar kanun koyucu tarafından yasalaştırılarak önemli bir eksiklik giderilmiştir. Ancak belirtmekte fayda var ki, 6100 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 1. Maddesi uyarınca, Borçlar Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 1 Temmuz 2012 tarihinden önceki olaylara uygulanamayacaktır.

İLETİŞİM Ankara Merkez : Mithatpaşa Cad. No:16/21 Çankaya / Ankara +90 (312) 431 43 65 ankara@bariserdem.com
İstanbul Şube : Atatürk Mah. Ertuğrul Gazi Sk. Metropol İstanbul A Blok Bina No: 2E No: 604 Ataşehir / İstanbul +90 (216) 6881417 info@bariserdem.com
Copyright © 2016 BARIŞ ERDEM Danışmanlık web tasarım studyocrea